Herkes geçmişini hatırlamaya,anılarıyla yüzleşmeye,iyi ya da kötü onlarla birlikte yaşamaya mecburdur.Bazen geçmişi hatırlamak bizi hüzünlendirir bazense çok mutlu eder.Özellikle gençlik yıllarımızda yaşadıklarımızı;umarsızca yaptığımız hataları,özgür düşünce ve hayallerimizi,gelecek için kurduğumuz planları hatırlamak bizi dinç tutar.Biliyorum ki Gülçin Sultan içinde öyle…Gençlik yıllarını hatırlamak,onları düşünmek ,anlatmak onu alıp çoook uzaklara götürüyor,mutlu oluyor…Genelde çok küçükken ki hallerimizi küçük kareler halinde hatırlarız.Bu kadarı bile bizi mutlu etmeye yeter.Kirazlı bir kırmızı elbise ve ona aşık olan küçük bir kız…O kadar çok seviyor ki o kiraz desenli kırmızı elbiseyi hiç üstünden çıkartmıyor.Küçücükken o kadar sevmiş ki o elbiseyi 45 sene sonra bile dün gibi hatırlıyor onu giydiğini…O zaman ona kocaman görünen dayısı o elbiseyi giyerken onu tek eliyle havaya kaldırıyor,uçabiliyor sanıyor o an.Ve bu anıyı asla unutmuyor.Hatırladığı zaman hala uçuyormuş gibi hissediyor havalarda…Ne güzel…
Onun gençlik yıllarında bizim yaşadığımız gibi rahat yaşayamıyor insanlar…İstediklerini yiyip,istedikleriyle istedikleri zaman görüşemiyorlar.Gidebilecekleri pek fazla yer yok,eğlenmek için yapabilecekleri sınırlı aktivite var.Bizim şimdilerde beğenmeyip giymediğimiz yüzlerce kıyafetimiz yok onlarda…Sayılı kıyafetleri var,sayılı oyuncakları var çünkü bugün ki gibi binlerce çeşit yok.Bu yüzdendir ki herşeyleri bizimkinden çok fazla değerli ve unutulmaz.Onlar her bir saniyenin kıymetini biliyor,beğenmedikleri için çöpe atamıyor.Bu yüzdendir ki anları bizimkinden daha kalıcı oluyor.
''Hatırlamak için kullanabileceğimi bir hafıza varken, unutmak için elimizde hiç bir şeyin olmaması hayatın bize attığı en büyük kazıktır...’’ demiş Murathan Mungan.Ne şanslı bir dönem ki onun ki, unutmak için elinde bir şey olmaması üzmüyor onu.Maddi anlamda çok zengin bir ailenin çocuğu değildi Gülçin.Ama yürekleri kocaman bir anne babası,paylaşmayı çok iyi bilen,fedakar beş tanede kardeşi vardı.Bugün bu kadar fedakar bir anne,sabırlı harika bir eş olmasının en büyük nedenide budur. Çocukluğu unutulmaz ‘’Güneş Apartmanı’’nında geçmiş.Zemin katta oturuyorlarmış.İki oda bir salon,küçük ama şirin bir mutfağa sahipmiş evleri…Mutfakta kocaman bir kiler dolabı varmış erzakların durduğu ve perdeden dolapları…Mutfağın küçük penceresi apartman boşluğuna bakıyormuş.Küçük huzurlu bu evde vakit geçirmek için o kadar güzel şeyler yapıyorlarmış ki hala unutamıyorlar.O zaman televizyon yokmuş ya da bilgisayar…Arkadaşlar kardeşler hepberaber toplanıp yarışmalar yapıyorlar,oyunlar oynuyorlarmış.Ve bundan büyük keyif alıyorlarmış.Apartmanın üçüncü katında oturan Dilek Hanım apartmanda ki ilk televizyona sahip olan kişi olarak Gülçin Sultanın hafızasına yerleşmiş.Dilek Hanım yalnız yaşıyormuş ve hiçbir şeyi atmıyormuş.Evi kavanozlarla ve gereksiz bir çok eşya ile doluymuş.Bazı zamanlar izin veriyormuş gelip televizyonu izlemelerine.O kadar müthiş bir hismiş ki bu Gülçin için,televizyon izleyeceği günü sabırsızlıkla bekliyormuş.
Her hafta bir gün lokanta günü diye adlandırdıkları bir gün geçiriyorlarmış ailecek.Annesi o kadar güzel ve büyük bir sofra kuruyormuş ki o zamanın lüksü sucuk salam patates kızartması yani kısaca herşey olurmuş masada…Onlarda dışarda lokantaya gidiyormuş gibi yapar,hem yer hem eğlenirlermiş.Annesi hiçbir şeyi eksik etmezmiş,kendisi yemez hep çocuklarına yedirirmiş.Pangaaltında ince uzun bir oyuncakçı varmış.Babası her hafta çocuklarını oraya götürür istedikleri oyuncağı alırmış.Tabi annesinin talimatı doğrultusunda…Anlıyacağınız imkansızlıklar içerisinde bile çocuklarına herşeyi vermeye çalışan fedakar bir anne ve babanın çocuğudur Gülçin; Annesi gibi fedakar,annesi kadar temiz yürekli ve melek yüzlü;babası gibi güçlü yere sağlam basan bir insan…
Evleri her zaman çok kalabalık olurmuş,türbe misali…Herkes onların evinde vakit geçirmekten hoşnut oluyormuş.Temiz yüreği ve misafirperverliğiyle annesinin eseriymiş tabi ki bu…Şimdilerde bizim evimizde olduğu gibi…İnanıyorum ki bu güzel iyi huylar,saf bembeyaz ışık nesilden nesile geçiyor.
Nişantaşı kız lisesininde okumuş Gülçin Sultan,edebiyat bölümünde…Çok iyi bir öğretmen olurmuş aslında ondan,bizi yetiştirirken izlediği yol bunu gösteriyor.Çiçek gibi yetiştirir,büyütür hayata hazırlarmış öğrencilerini ama olmamış.Neyse ki bizi büyüttü,ne kadar şanslıyız ki ona sahibiz.
Okula giden taşlı yolu,orda yaşadıklarını da hiç unutamamış…O kadar güzel,çekici bir hatunmuş ki az erkeğin kalbinde yangınlar bırakmamış…Çok zekiymiş Gülçin,üniversiteyi yüksek bir derece ile kazanmış fakat o yıllar tehlikeli yıllar olduğu için ailesi izin vermemiş ona…Korkmuşlar,korumak istemişler…İçinde kalan uktelerden biri budur.Sonrasında çalışma hayatına atılmış.Başarılı bir çalışan olmuş her zaman.Taa kiii babamla tanışıp beni doğurana kadar…
Gülçin Sultan,annem,arkadaşım,sırdaşım,kardeşim,herşeyim…Huysuz dediğime bakmayın huysuzluğu kendinedir onun,tatlı yönü ağır basar her zaman…Kimseyi kıramaz,üzemez kolay kolay.Bu yüzdendir ki çok üzmüşler onu bugüne kadar…Yaşadıkları onu o kadar çok büyütmüş ki erişemiyeceğim yerlerde,umarım onun gibi olabilirim ilerde…Onun kadar güçlü,onun kadar fedakar,onun kadar kadın olabilirim…
Sana eskilerden bir parça anı,biraz İstanbuş kokusu,biraz anne şefkati,gençlik ateşi ve gözlerindeki eski neşeyi gönderiyorum burdan…
Seni çoook seviyorum anneciğim, bir de sana gençliğinin aşkı Orhan Baba’dan bir şarkı gönderiyorum…